Milletvekilimiz Burhanettin KOCAMAZ’ın Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bütçesinin komisyon görüşmelerindeki konuşması ve bakanlığın vermiş olduğu cevap.

Sayın Bakan, değerli hazırun; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığımızın 2025 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi üzerine İYİ Parti grubumuz adına söz aldım, hazırunu saygıyla selamlıyorum. Sözlerime başlamadan önce Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının 2025 yılı bütçesinin ülkemiz ve milletimiz için şimdiden hayırlı olmasını diliyorum. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığımız ülkemizin geleceğini yakından ilgilendiren çevre gibi, şehircilik ve iklim değişikliği gibi çok önemli görev alanlarını bünyesinde barındırmakta, o nedenle de bütçesi ve personeliyle birlikte vatandaşlarımızın bu Bakanlıktan beklentileri oldukça fazladır. Peki, Çevre Bakanlığımız bu beklentileri yeterince karşılayabiliyor mu? Ne yazık ki bu beklentileri karşılayamadığını her alanda görüyoruz. Doğal çevre korunamamış ve göz ardı edilmiş, şehirlerin silueti yatay yerine dikey mimariyle bozulmuş, görüntü kirliliği rahatsızlık boyutuna ulaşmış, iklim değişikliğine yönelik adımlar yetersiz ve cılız kalmıştır. Bugün gelinen noktada yirmi iki yıl içinde kurumadık ve kirlenmedik dere, akarsu ve göl kalmamış, su kaynakları iyice azalmıştır. Marmara Denizi kirlilik ve müsilaj nedeniyle ölmüş, verimli tarım arazileri ve ovalar üzerine fabrikalar yapılmış, ormanlar taş ocağı, çimento fabrikası ve altın madeni uğruna talan edilmiştir. Türkiye'de 240 gölden 186'sı son altmış yıl içinde kurumuş, geriye kalan çok az sayıdaki göller ise kuraklık ve aşırı kirlilik yüzünden tehdit arz etmektedir. Türkiye genelinde şu anda iyi durumda denilebilecek tek bir göl bile kalmamıştır. Üzülerek belirtmeliyim ki artık alacak nefesimiz, içecek suyumuz, yüzümüzü süreceğimiz temiz bir toprağımız kalmamıştır. Madencilik Kanunu tam 21 kez değişmiş, her değiştiğinde orman varlıklarımız, su kaynakları, kültür mirasları korunamamış ve madencilik faaliyetlerine kurban edilmiştir. Türkiye'de bugün doğayı ve ormanı, çevreyi ve kültür varlıklarını maden ocaklarına, çimento fabrikalarına ve taş ocaklarına karşı koruyacak hiçbir kurum bile kalmamıştır. Söz konusu maden, sanayi ve enerji yatırımları ve otoban olduğunda Türkiye'nin doğal zenginliklerinin, ormanlarının ve verimli topraklarının, en önemlisi de "insan sağlığı" diye bir kavramının olmadığını görüyoruz. Kısa sürede "ÇED Gerekli Değildir" raporu verilerek rant ve baskı hızla artmaktadır. İtiraz eden vatandaşlar karşılarında devletin jandarmasını bulmaktadır. Türkiye'nin akciğerleri konumundaki Kaz Dağları'nda Kanadalı altın madeni şirketine 350 bin ağaç kesimi izni verilerek ormanlarımızın yok edilmesine göz yumulmuş, Akbelen ormanında Muğla'nın şah damarları kesilmiş ve en az on beş yıllık ağaçlar acımadan yok edilmiş, yaklaşık 65 bin ağaç katliamı yapılmıştır. Kaz Dağları'ndaki orman katliamını Çevre Bakanlığı durduramamış, âdeta seyirci kalmış ancak vatandaşların ve çevre gönüllülerinin başlatmış oldukları su ve vicdan nöbeti -o da şimdilik kaydıyla- durdurulabilmiştir. Türkiye'nin pek çok şehrinde zeytinlik alanları yok edilirken kılını bile kıpırdatmayan Çevre Bakanlığı, Akbelen Ormanı katledilirken de sesini çıkarmamıştır; Erzincan İliç'te çöken maden ocağında 9 vatandaşımız günlerce siyanürlü toprağın altında kaldıklarında da sessizliğine devam etmiştir. Kaz Dağları'nı, Akbelen'i ve asırlık zeytinlikleri koruyamayan Çevre Bakanlığı Türkiye'nin hiçbir yerinde hiçbir çevreyi ve tabiatı da koruyamaz. Türkiye, bu konuda Çevre Bakanlığından -üzülerek belirtmeliyim ki- tamamen ümidini kesmiştir. Aradan tam üç yıl geçmesine rağmen Kaz Dağları konusunda endişelerin devam ediyor olması tam da işte bu yüzdendir. Sayın Bakan, gelişmiş pek çok ülke, insanlarının sağlığını ve çevreyi korumak için çimento fabrikalarını ortadan kaldırdığı bir dönemde Türkiye'miz çimento fabrikaları için bir yığınak hâle gelmiştir. Biz de maalesef, Avrupa'nın tam aksi bir durum yaşanmaktadır. Çevre Bakanlığının göz yumması sonucu çimento fabrikaları ülkemizi bir uçtan diğer uca kuşatmış, insanlarımızın ve toprak ananın nefes alacak hâli kalmamıştır. Çevre Bakanlığının göz yumduğu çimento fabrikası sayısı ve kapasitesi her geçen gün artmakta, insanların sağlığı tehdit edilmekte ve çevre kirletilmektedir. Ülkemizde çimento fabrikası sayısı 56'sı entegre ve 21'i öğütme olmak üzere 77'ye yükselmiştir. Geçmişte "Bir çakıl taşını bile kimseye vermeyiz." söylemlerinden şu anda döviz uğruna koca koca dağlar yabancılara peşkeş çekilmektedir. Üreticinin patatesini, soğanını, domatesini ve narenciyesini satamayan ve tarlada bırakan Hükûmet bugünlerde çimento üretiminde dünyanın 5'inci Avrupa'nın 1'inci ülkesi olmakla övünmektedir. Türkiye, 81,5 milyon tonluk çimento üretimiyle 2023 yılında dünyanın en büyük çimento ihracatçısı konumuna yükselmiştir. Çevreyi kirleten ve insanlığa zarar veren hiçbir yatırım ve üretim bizim için bir övünç kaynağı olamaz, olmamalıdır. Çevre konusunda maalesef ülke olarak sınıfta kalmış durumdayız. Benzer sorunlar Mersin'de de yaşanmaktadır. Mersin'in çevre sorunları her geçen gün artmaya devam etmektedir. Yapılan yanlış yatırımlar Mersin'in havasını, sularını ve denizlerini kirletmiştir. Mersin halkı "Yanlış yatırım yapmak yerine hiç yatırım yapmasınlar daha iyi." demektedir. Balıkesir'in Edremit ilçesinde koylardan sökülen balık çiftliklerinin bir kısmı Silifke ve Anamur ilçeleri arasındaki sahil şeridine yapılmak istenmektedir. Bakanlık tarafından Aydıncık'ta ağ kafeslerinde "su ürünleri yetiştiriciliği tesisleri revizyonu ve mecburi yer değişikliği" olarak tarif edilen balık çiftliği projeleri hakkında hazırlanan rapor, halkın bilgilenmesi için askıya çıkarılmış ve askı süresi de 22 Haziranda dolmuştur. Balık çiftliklerine yönelik gerekli itirazlar Mersin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğüne hemşehrilerimiz tarafından yapılmıştır. Bizler de bunun sonuna kadar takipçisi olacağız. Sizden de itiraz dilekçelerinin dikkate alınmasını ve bu projeden bir an önce vazgeçilmesini bekliyoruz. Kurulacak olan balık çiftlikleri hem denizi kirletecek hem de Mersin turizmini bitirecektir. Balık çiftliği proje alanının bulunduğu kıyılar kesin korunması gereken hassas, doğal, arkeolojik sit alanlarıdır ve 8 tane turizm bölgesinin içerisindedir. Ayrıca, balık çiftliğinin faaliyet alanlarının tamamı Bern Sözleşmesi'yle korunan Akdeniz foku yaşam alanıdır. Bölge, turizm ve bölge halkı açısından da günübirlik turizm alanı niteliğindedir. Sayın Bakan, Mersin'in havasını ve denizini kirletecek olan bir başka yatırım da Akkuyu Nükleer Santralidir. Santral, Mersin halkının tüm itirazlarına rağmen kurulmaya devam edilmektedir. Fay hattı üzerinde kurulan santrale yönelik endişe her geçen gün artmaktadır. Santral, tüm itirazlara rağmen inatla ve ısrarla yapılan bir tesistir. Böyle bir tesiste meydana gelebilecek en küçük bir sızıntının 200 kilometre yarıçaplı bir bölgeyi doğrudan etkileyeceği ortadadır. Santralin sürekli soğutma ihtiyacını nereden karşılanacak? Bu konuda hâlen bir belirsizlik olduğu görülüyor. Doğu Akdeniz'de deniz suyu sürekli soğutma suyu olarak kullanılacak bir durumda değildir. Geçmişte Fukushima'daki patlamanın soğutma kaynaklı proseslerden meydana geldiğini hepimiz biliyoruz. Soğutma suyunun sıcaklığının 28 santigrat dereceyi geçmemesi gerekiyor. Akkuyu sahasında suyun sıcaklığı geçen yıl 31,9 santigrat dereceyi geçmiştir. Buradan bir kez daha sizleri Akkuyu Nükleer Santralinin insan sağlığına ve çevreye vereceği zararlar konusunda uyarmak istiyorum. Mersin, maalesef, bu iktidar döneminde her konuda kapı arkasına itilmiş, insan sağlığını tehdit eden her türlü projenin uygulanabileceği bir yer olarak görülmüştür. Oysa Mersin, tarihin derinliklerinden günümüze gelinceye kadar birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, çok özel deniziyle, koylarıyla, yaylalarıyla ve her türlü ürünün 4 mevsimde yetiştirilebildiği mümbit, verimli topraklarıyla doğa harikası ve çok stratejik bir bölgede konumlanmıştır. Hiç kimse böylesine önemli ve stratejik konuma sahip Mersin'i hafife alamaz, almamalıdır. Şu anda Mersin, tüm gelişmiş ülkelerin artık üçüncü dünya ülkelerine postaladığı çimento fabrikalarıyla, taş ocaklarıyla, balık çiftlikleriyle, bazı kanserojen atık üreten sanayi tesisleriyle ve yapılmak istenen kimyasal atık tesisleriyle tehdit altındadır. Mersin Limanı'na yapılan plastik atık tesisi de Mersinin havasını, suyunu ve çevreyi kirletmeye devam edecektir. Burada planlanan liman genişletmesi kirliliği daha da artıracaktır. Doldurulması planlanan 176 bin metrekarelik sahanın dolgu malzemesi limana yakın mahallelerde kurulacak olan taş ocaklarından karşılanacak ve Atatürk Parkı önündeki liman içerisine doldurulacak, kıyı dolgusu için yaklaşık olarak 4,5 milyon ton taş ihtiyacı 350 bin seferde kamyonlarla taşınacak, taş ocakları ve kamyonların oluşturacağı çevre kirliliği de insan sağlığını ciddi şekilde tehdit edecektir. Sayın Bakan, mevcut çimento fabrikaları ve taş ocakları yetmezmiş gibi yeni çimento fabrikası ve taş ocağı için ÇED raporu ve izin verdiniz. Tarsus'a geniş bir tarım ve orman alanına çimento fabrikası ve bu fabrikaya ait ham madde sahaları kurulması için "ÇED Gerekli Değildir" raporunu da buna eklediniz. Ayrıca, Turunçlu, Değirmençay ve Hamzabeyli mahallelerinde yayla turizminin yapıldığı tarım ve ormanlık alanlarla birlikte yerleşim alanlarına çok yakın alanda 4 ayrı taş ocağı için de izin verdiniz. Mersin'de çevre ve insan sağlığına zarar verecek bu yatırımları da görmezden geldiniz. Bu raporları verirken hiç mi vicdanınız sızlamadı? Bundan hiç mi rahatsızlık duymadınız? Son yıllarda doğayı ve çevreyi kirleten her türlü yatırım modeli ülkemizde en gözde yatırım hâline gelmiş, "ÇED Gerekli Değildir" raporu almaya başlamış, Türkiye'de çevre konusu bu AKP iktidarı döneminde artık geri dönüşü olmayan bir yola girmiştir. Daha henüz yeterince vakit varken, hiç olmazsa katledilmemiş ve kirlenmemiş alanlar korunmalıdır. Unutmayınız ki bu halk ve ülkemizin havası, suyu, denizi ve toprakları sizin çimento fabrikalarınızdan, taş ocaklarınızdan ve maden ocaklarınızdan çok daha değerlidir. Sizleri hazır burada bulmuşken bir iki konuyu daha dile getirmek istiyorum. Malum, TOKİ mağdurları, konutlarını ve haklarını tam olarak hâlâ teslim edemediğiniz depremzedeler yüzünden sizleri sokaklarda pek göremiyoruz. İklim değişikliğiyle mücadele konusunda Türkiye hangi noktadadır? Bu konuda parmağınızı neden kıpırdatmıyorsunuz? Uluslararası anlaşmalara atılan imzalar ve verilen sözler var. Paris Antlaşması 2021 yılında onaylandı ve 2053 yılında net sıfır emisyon hedefi konuldu fakat Türkiye'nin havasını içimize çektiğimizde ve çevreye baktığımızda bizler sıfır emisyona dair hiçbir şey hissedemiyoruz. Hava kirlilikleri ve çevre katliamları aralıksız bir şekilde sürdürülüyor. Dünya sular altında; Nijerya'da meydana gelen sel felaketinde 321 kişi, İspanya'da meydana gelen sel felaketinde de 158 kişi hayatını kaybetti, çok sayıda kayıplar var. İspanya'da bir yılda alınan yağış sekiz saat içinde alındı, araçlar çamura gömüldü, yollar göle döndü. Daha önce de Çin, Meksika, Fransa ve Hindistan sele teslim oldu. Türkiye'de bir felaket yaşanmaması için siz hangi önlemleri alıyorsunuz? İklim değişikliğine Türkiye'yi nasıl hazırlıyorsunuz? Bu çalışmaları Türkiye'de iklim krizinden etkilenen ve etkilenecek olan tüm vatandaşlarımız ve bizler merakla bekliyoruz. Sayın Bakan, TOKİ demişken, Sayın Cumhurbaşkanı 12 Aralık 2019 tarihinde alt gruplar için TOKİ'nin yeni konut projesini bir müjde olarak vatandaşlara duyurdu ve aylık 894 TL taksitle bir, bir buçuk yıl içinde konutların tamamlanarak teslim edileceğini açıkladı. Bugün, gelinen noktada bu sözler de yalan olmuş, TOKİ arkasında binlerce mağdur dar gelirli vatandaşımızı bırakmıştır. TOKİ mağdurları hemen hemen her şehrimizden Hükûmete ses yükseltmektedir. Maalesef, bu konudaki karneniz de hiç iç açıcı değildir. Mersin'de de TOKİ mağdurları yıllardır çalmadık kapı bırakmamıştır. Çoğu şehrimizde konutların yapımına yıllar sonra başlanmıştır. Verilen sözler unutulmuş, 894 TL olan taksit oranları alt grupların ödeyemeyecekleri şekilde emekli maaşının ve asgari ücretin üzerine çıkmıştır, ayrıca, taksitlerle birlikte zamanında yapılarak teslim edilmedikleri için evlerin fiyatı da artmıştır. TOKİ mağdurları sabit ödeme haklarının geri verilmesini, KDV'nin yüzde 10 yerine yüzde 1 alınmasını, taksit ödemelerindeki artışlarda indirim yapılmasını ve konutlarının bir an önce teslim edilmesini beklemektedir. Sayın Bakan, 6 Şubat depreminin üzerinden tam on sekiz ay geçmesine rağmen -burada da biraz evvel bazı şeyleri anlattınız- depremzede vatandaşlarımız da TOKİ mağdurları gibi konutlarına bir türlü kavuşamamıştır. Depremzede vatandaşlarımıza depremden hemen sonra, acıları devam ederken bir yılda 650 bin konut sözü verildi, bir yıl içinde 100 bin konutu bile tamamlayamayan Hükûmet bugün on sekiz ayda ancak 130 bin konutu teslim edebildim diye övünüyor ve 2024 yılı sonunda 60, 70 bin konutun daha hak sahiplerine verilebileceğini söylüyor. Çadır ve konteynerlerde yaşayan depremzedelerin büyük bir çoğunluğu aradan geçen on sekiz aya rağmen kalıcı konutlarına bir türlü kavuşamamıştır. Bu durum karşısında ne yazık ki depremzedeler, bu kış da mağdur edilmiş ve kış ortasında kalıcı konutlarına kavuşamamıştır. Depremzedeler, bu kışı da kaldıkları konteynerlerde ve çadırlarda geçirmek zorunda kalacaklar. Depremzede vatandaşlarımız bu kışı da kalıcı konutlar yerine 5-10 metrekarelik konteynerlerinde geçirirken sizler sıcak yataklarınızda nasıl uyumayı düşünüyorsunuz? Deprem bölgesindeki illerimizde başta barınma problemi olmak üzere, altyapı, eğitim, sağlık alanında da pek çok sorun hâlâ çözülememiştir. Depremzedelere bugüne kadar verilen sözler maalesef tutulmamıştır. Gelinen noktada rezerv alan konusunda da büyük problemler yaşanmaya başlanmıştır. Daha önce az hasarlı raporu verilen binalara orta, orta hasarlı raporu verilen binalar da yıkılmış, depremin yıkamadığı binalar maalesef Bakanlık tarafından insanların başına yıkılmıştır. Deprem bölgesinde rezerv alan sorunu her geçen gün büyümektedir. Az hasarlı raporu verilerek binalarda oturan depremzedeler evlerine harcadıkları masraflarını alamadan rezerv alan kapsamına alınmak istenmektedir. Sayın Bakan, Türkiye'nin yüzde 66'lık bölümü deprem kuşağı ve fay hattı üzerinde yer almaktadır. Bu durum açık bir şekilde ortada dururken yirmi iki yıl içinde deprem öncesi ve deprem sonrasına yönelik yeterli tedbirler alınamamış ve 6 Şubat depreminde 50 bin vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. İsrail-Filistin ve Rusya-Ukrayna savaşında bile bu kadar insan hayatını kaybetmemiştir. Büyük İstanbul depremi kapıya dayanmıştır. Uzmanlar bu konuda her gün uyarmaktadır. İstanbul'daki tehlikenin boyutunu kendiliğinden yıkılan binalar da açıkça ortaya koymaktadır. Siyasi kaygılarınızı bir kenara bırakarak İstanbul'da kentsel dönüşüme ağırlık vermeniz ve çok hızlı bir şekilde yapmanız gerekmektedir. Vatandaşlarımızdan üç beş kuruş alma pahasına getirdiğiniz imar barışı bu ülkeye yapılan en büyük kötülük ve en büyük ihanettir. Zaten 6 Şubat depreminde ilk çöken binalar da imar barışından yararlanan binalar olmuştur. Sırf gelir ve oy sağlamak amacıyla hiçbir kurum tarafından incelenmeden ve depreme dayanıklılığı ölçülmeden 13 milyon yapıya Yapı Kayıt Belgesi verilmiş, 24 milyar TL gelir elde edilmiştir. Deprem vergileri gibi imar barışından elde edilen gelirlerin ve toplanan bağışların da nerelere harcandığını hâlâ hiçbirimiz bilmiyoruz. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının 2025 yılı bütçesinin hayırlı olmasını diliyor, değerli hazırunu saygıyla selamlıyorum.